29 Nisan 2015 Çarşamba

Kiğılı ile 2015 Baharı

Bu sene bahar biraz nazlı davrandı, kendini çok özletti ama beklediğimize de değdi. Baharın gelmesiyle sadece ruh halimiz değil, gardroplarımız da renklenmeye başladı. Sezonu hakettiği gibi karşılayan, öncü erkek giyim markalarından Kigılı'dan çok güzel bir paket geldi geçtiğimiz günlerde.. "Baharı getiren anneler" diye başlayan çok da güzel bir not eşliğinde... Abdullah Kiğılı Exclusive Cut imzalı bu davetiye ve içindekiler bu baharda beylerin çok şık olacağının habercisiydi adeta.

Ardından çok zarif, her ayrıntısı düşünülmüş bir davet ile Kigili nin bahar koleksiyonu tanıtıldı. Sosyal medyadan da çoğumuzun takip ettiği gibi rengarenk, tiril tiril bir koleksiyon... Bir İzmirli olarak benim en çok hoşuma giden yeni koleksiyonun taşıdığı Ege esintisi oldu. Rahat ve sıcak detaylarda Ege havası hissediliyor. Rengarenk polo t-shirtleri ve baba-oğul takımlar özellikle favorim oldu.

Gezgin ruh koleksiyonuyla beyleri adeta Ege'de mavi yolculuğa çıkaracak Kiğılı, sahil kasabalarının huzur ve rahatını şehire taşıyor.
Kiğılı 2015 İlkbahar/Yaz koleksiyonunda Ege'nin mistik havasından, doğasından, renklerle barışık sokaklarından, tarihsel dokusundan ilham alınmış. Şehir hayarından doğaya kaçıiı anlatan koleksiyonda mavi, beyaz, bej ve yeşil tonlarının uyumunu görmek mümkün

Metropolden çıkıp Ege'nin sahillerine yol almak

Kiğılı bu sezonki koleksiyonuyla sizi balıkçı tekneleri, Ege evleri, tarihi birikimlerin arasında adeta bir gezintiye çıkartıyor. Capcanlı bir moda ile Ege denizlerine yelken açan Kiğılı yeni sezon koleksiyonu aynı zamanda zamanın vintage ve eskimiş yüzünü de günümüze taşıyor. Beyaz, mavi, turuncu ve yeşil renkler Ege bölgesinin marin ve sahil havasını günümüz şehir hayatına yansıtıyor. 70'lerin mikro desenleri, dikey-yatay çizgiler ve kullanılan kumaşların eşsiz dokunma hissi ve hafifliği de cezbedici ayrıntılar arasında.





Hafifletilmiş Pamuk ile Ofiste Rahat Şıklık
Günümüz metropol erkeği iş yaşamında toplantıdan toplantıya koşarken, stres altında çalışırken çoğu zaman takım elbise gömleğin içinde bunalıyor. İşte bu noktada Kiğılı beylere rahat bir nefes aldıracak tasarımlarla yardıma yetişiyor. Ağırlıklı olarak doğal elyafların kullanıldığı tasarımlar, pamukla hafifletilmiş gramajlarda işlenerek üzerinizde yokmuş hissi yaratıyor; baskı ve nakışlar ise şıklık vaad ediyor.

60'lar ve 70'lerin geometrik desenlerinin de unutulmadığı koleksiyonda, blok kompozisyonlardan oluşan desenler, siyah-saks mavi gibi renk bloklamaları ile çizgisel, ekose ve kareli desenler de dikkat çekiyor.

Klasik koleksiyonda ise detay işçiliğiyle zerafet ön plana çıkarılmış. Farklı kumaş kompozisyonlarında hazırlanan takım elbise, ceket ve pantolonlar erkek gardırobunun vazgeçilmezleri olacağa benziyor. Üretim ve tasarım kalitesinin rahatça görülebildiği kombinlerdeki zenginlik ve rahatlık ile Kiğılı sezona iddialı bir merhaba diyor.



23 Nisan 2015 Perşembe

BAKICI KABUSU

Çalışan çalışmayan, tek çocuklu çok çocuklu nerdeyse tüm annelerin ortak sorunlarından biri de bakıcı meselesidir herhalde.

Daha önce şu yazımda anlatmıştım bonibonlar neredeyse 2 yaşlarına gelirlerken 1,5 senelik Gürcü bakıcımız memleketine dönmüştü ve 2 haftada 6 bakıcı değiştirerek bu alandaki iddiamızı ortaya koymuştuk :) Her zaman şansına güvenen, iyi insanlara denk geldiği için şükreden bendeniz hızlandırılmış programda insan dünyasının türlü hinliklerine, yalanlarına ve üç kağıtlarına maruz kalmış, boyumun ölçüsünü almıştım. Ajans tarafından dolandırılmak olsun, "aman da hayallerimin işini buldum çok mutluyum" diye beyanatlardan bulunduktan 2 gün sonra "ben bu işi yapamam çok zor Allah size yardım etsin" diyerek çat diye gidenler olsun, "ben ikizlere hamileydim, düşürdüm ve uzun süre çocuklara karşı öfkemi yenmek için psikolojik tedavi gördüm" diyenlere kadar bir dolu insan görmüştüm. Tam artık kül yutmaz kıvama geldim diye düşünürken, 1,5 senelik bakıcımızdan ağır bir darbe yedim.

Bundan 1,5 sene önce evimizde yaşanan yoğun ve sancılı bakıcı trafiğinden sonra bonibonların psikolojisi bozulmuş pedagog ziyaretlerine başlamıştık. Artık yaptığım sayısız görüşmelerden beynim sulanmışken, Maya (gerçek ismiyle Mübarek Şaripova) çıkageldi bir akşam. Öyle etkileyici bir özgeçmiş ve profil sundu ki, donuk ve renksiz duruşuna rağmen "bir deneyelim bakalım" dedik ve başlattık.

Yardımcısız geçen uykusuz ve yorgun haftaların ardından, kendisinin de ikiz annesi olduğunu söyleyen hatta Beylerbeyi'nde bir yalıda 2 sene 2 yaşında ikiz bebeklere bakmış, Rusya'da psikoloji eğitimi görmüş üstüne askeri eğitim almış disiplinli ve deneyimli birinden daha uygun biri olabilir miydi?? Aranılan mükemmel profil bulunmuştu! Maya son derece hırslı ve istekli gözüküyordu. Ben daha leb demeden Çorum diyor, son hızla oradan oraya koşuyor, asla iş ayırt etmiyor, her konuda yardımcı oluyor, mantılar börekler açıyor, her yükümü sırtlanıyordu. Çok da çabuk öğreniyordu, konuşmasındaki tonlamalara vurgulamalara kadar benim konuştuğum gibi konuşmayı öğrenmiş, benim oynadığım tarzda oyunlar, anlattığım hikayeler, uyguladığım taktikler hepsini kavramış çocukları kendine bağlamayı başarmıştı.

Rusça şarkılar, sayı saymalar, renkler, kelimeler hepsi havalarda uçuyor, her gün ayrı bir şov yapılıyordu.

Herşey bu kadar şahane gidince, Maya işi bu denli sahiplenince ve benim yüküm bu denli hafifleyince, ben de bazı eksiklikleri, yanlışları alttan alıyordum. Dağınıklığı, abartmaları, telefonda konuşmaları, özel hayatıyla ilgili çelişkili ve kaçak cevaplarını önemsememeye çalışıyordum. Ona olan güvenim arttıkça çocuklarla yalnız vakit geçirmesine daha çok izin vermeye başlamıştım.


Geçtiğimiz yaz, yazlığa gittiğimizde işin rengi biraz değişmeye başladı. Maya'ya bir haller olmaya başladı. Yaz öncesinde tüm aksi ısrarlarıma karşın adeta yememe orucuna girşmiş ve kilo kaybetmişti zaten. Ben bile "nasıl bikini giyecem" sendromuna henüz girememişken o fazlasıyla bir heyecanlıydı. Nitekim yazın minicik etekleri ve şortlarıyla kumsallarda boy göstermeye başladığında iddiası yüzünden belliydi. Aman yanlış anlaşılmasın, ben asla ne giydiğine karışmam ama insanda bi duruş olur bi oturuş kalkış adabı olur... Anladınız siz :)

Sonra evdeki tablomuz şöyle oldu: sürekli elinde telefon whatsapp mesajlarıyla meşgul, çocuklarla oynamama bile izin vermeden her fırsatta yürüyüşe, denize taş atmaya çıkaran bir bakıcı ve ipleri elinden kaçırmış bir anne. Bir tuhaflıklar dönmeye başladığını hissettim. Bir defasında evden onları izlerken Eren, Yaman ve Maya'yı bir adamla mutlu mesut bir aile tablosunda deniz kenarında yürürken gördüm. "O adam kimdi" diye sorunca klasik manevralarla ve usta dönüşlerle dolu açıklamalarına maruz kaldım. Yok efendim ilk defa görmüşler, yok bisikletlerini taşımak için yardım etmiş, yok çocuklar çok sevmiş... Sonra ilk fırsatımda telefonunda whatsapp mesajlarını gördüm (hiç de utanmıyorum, özel hayatına saldırı gibi gözükse dahi, çocuklarımı emanet ettiğim kadının ne yaptığını bilmeliydim) 10 ayrı erkek ismi-hatta aralarında ismiyle dahi yazılamamış "güzel gözlü yakışıklı" gibi rumuzlarla tanımlanıvermiş insanlarla dolu bir liste ve "tuhaf" mesajlar gördüm. Basbaya samimiyette sınır tanımayan cinsten mesajlaşmalar.

Sonra bir gün, çocuklar öğle uykusunda biz de eşimle dışarıdayken, evdeki anneme tek kelime açıklama dahi yapmadan dışarı çıktığını öğrendim. Üstelik o sabah gördüğüm mesajlaşmalarında bir erkekle öğle vakti buluşmak üzere sözleştiğini görmüş fakat benim evde olmamam üzerine buna cesaret edemeyeceğini düşünmüştüm. Yanılmışım demek.  Derhal aradım "sen neredesin?" diye.... Vay efendim bir ajitasyonlar, yok "kızıma araba çarpmış"lar, yok "acil kontör alıp evi aramalıydım"lar...

Çektim karşıma açık açık mesajlarını gördüğümü, okuduğumu söyledim. İnkar etti, ağladı... Acındırdı kendini. Peşinde beğeneni çok ama kimseye yüz vermeyen namuslu, çalışkan ve mağdur kadın portresine büründü.

Ardından yine bir gün ben evde değilken ve yine çocuklar uyurken annemden izin alarak 15 dakika için yürüyüşe çıktığını öğrendim. Ertesi gün önüme çıkan mesajlarında ise o "yürüyüş"ün farklı bir faaliyet olduğunu anladım. Özel hayatıdır, izin gününde istediğini yapmakta özgürdür diye düşünüp bir nebze kendimi sakinleştirebilirdim ama iş gününde çocuklarımı bırakıp, evden kaçan Mart kedileri gibi bir tavır beni elbette deli etti! O anda kovmak yapılacak en doğru şeydi belki ama ben yine konuştum. Düzenimizi bozmak, çocuklarımı alıştıkları ablalarından ayırmak istemedim, korktum.

İstanbul'a döndüğümüzde, düzeldi. Mesajlaşmalar telefon görüşmeleri devam ediyordu elbet ama rahatsız edici boyutta değildi. Fakat bu sefer de yerini garantilediğini düşünerek olsa gerek, çok bir anne rolü takınır oldu. Ben çocuklarımla oynuyorken müdahale etmeler, "hayır"lar "yapma"lar! Beni hiçe saymalar... Sabrım tükenmeye başlamıştı iyice.

Derken, Yaman'dan da Eren'den de ayrı ayrı "dil dile öpüşmek" deyimini duyunca olay koptu. Maya'nın izinde olduğu bir gün Yaman ile benim yatağımda yorganın altında gülüşüp komiklikler yapıyorduk. Ben çocuklarını dudaklarından fazla öpen bir anne değilimdir, genelde yanak burun göbek ısıran yutan annelerdenim. Fakat bir anda dudak öpücüklerine boğuluverdim, ardından "anne hadi şimdi dil dile öpüşelim" dedi Yaman. Bu deyimi daha önce de duymuştum ama üstünde durabileceğim bir ortam ve zaman değildi. Şimdi böyle bir anda, yorganın altında komiklikler yaparken böyle bir deyim ve bu davranışlar nereden esmişti?

"Sana kim öğretti bunu" dedim. "Maya bizi böyle dil dile öpüyor anne" dedi. Dünya başıma yıkıldı. Yurtdışındaki eşimi aradım. O döndüğünde Maya ile konuşmaya karar verdik. Daha sonra Eren de "Maya bizi böyle öpüyor" dedikten sonra emin oldum, bir tuhaflıklar olmuştu.

Maya tabii inkar etti. Yalan söylüyorlar dedi. Evet arada yalan söylüyorlar, "okulda ıspanak yedik, uyuduk" gibi yalanlar. Ama hiç bilmediği kelimeleri deyimleri kullanmıyorlar. Neden saç saça, diz dize, burun buruna demedi de "dil dile" dedi bu çocuklar?! Öğrenebilecekleri herhangi bir ortam, durum vs de oluşmamışken üstelik. Olay çocuk tacizinin sınırlarına doğru ilerlemeye başlayınca film koptu.

Ve işine son verdik. O gittikten sonra daha bir dolu hikayesini de öğrendik. 1,5 sene önce görüşmede bakıcımız olarak işe aldığımız ikiz annesi, eski ikiz bakıcısı, çocuklarının ekmeği için çalışan namuslu çalışkan kadını; açığa çıkan gerçek kimliğiyle gönderdik; tek çocuk annesi, daha önce çalıştığı evde 16 yaşında ikiz gençlere yemek yapan, aklı fikri işinden ziyade eğlencesinde, ahlaksız, çocuk tacizine bile yeltenebilecek bir kadın.

O gittikten sonra bonibonlara konuyu nasıl anlattığımız, neler yaşadığımız da ayrı bir yazı konusu olsun... Ama şurası bir gerçek ki, evimize aldığımız çocuklarımızı emanet ettiğimiz kadınları kamera sistemi, telefon vs her türlü olanakla çok çok yakından takip etmeliyiz.


Sevgiyle


Ipek

21 Nisan 2015 Salı

TRANSFER SONRASI BEKLEME DÖNEMİ ve SONUÇ

İlk tedavide transfer sonrası neredeyse hiç hareket etmeden, merdiven çıkarken her basamakta durup dinlenerek, fazla hareket etmeden geçirmiştim gebelik testine kadar. Fakat bu defa çok daha rahattım. Arada televizyon karşısında yatıp keyif de yapıyordum tabii ama kendimi eve hapsetmedim.

Transferden sonraki gün
televizyon karşısı koltuk keyfi
Normal hayatıma devam ettim. Zaten tutunacaksa, tutunacaklar diye düşünerek, pozitif olmaya çalışarak, keyifle ve gezerek geçirdim günlerimi.

Transferden sonraki 3. gün regl sancılarına benzer ağrılarım oldu. Çok korktum. Regl olduğumu ve bu maceranın da sona erdiğini düşündüm. Kasıklarım, karnım çok ağrıyordu. Teyzem bacaklarımı ovaladı, masaj yaptı ve beni yatıştırdı sağolsun. Regl de olmadığımı görünce bu ağrıların pozitif bir işaret olduğuna, bebeklerin tutunma sancısı olduğuna yordum.


Transferden sonraki 10. gün ise arar ara karnıma hafif ağrılar giriyordu ve kasılmalar oluyordu. 12. günü bekleyemeden, test yapılması için merkeze gittim.
10. gün sabah erkenden eşimle birlikte merkeze gittik. Kan verdim. Sonra sonucu beklerken güzel bir kahvaltı ettik. Heyecan doruktaydı. Sonucu bildirmek üzere merkezden telefon etmeleri gerekiyordu ama beklediğimiz telefon bir türlü gelmeyince biz de kalktık merkeze geri gittik. Öyle heyecanlıydık ki bir müddet kapının önünde kalakaldık, giremedik içeriye. Eşimi ilk defa bu denli heyecanlı görmüştüm. Danışmadaki kız beni görünce önündeki deftere aldığı notu eliyle kapatarak "ayy İpek hanım aradım sizi ama..."dedi. Bir an negatif bir sonuç gelecek gibi hissettim. Ama bir yanım da pozitif olduğundan çok emindi. Sonra kağıtta ismimin altına yazılan rakamı gördüm: 522
Bu kanımdaki gebelik hormonu sonucuydu. Pozitifti!!!! Hamileydim!!! Sevinçten ağlamaya başladım, danışmadaki kızcağızın yüzüne bakarak. Ama öyle nazik, hanım hanım, uslu uslu, parmaklarla göz yaşların silindiği zarif ağlamalardan değil, bildiğin katıla katıla katıla, bağırarak ağlamaya başladım herkesin içinde. Gayet çirkin :) Fakat son derece güzel bir coşkuyla :) Danışman kızın yüzündeki şaşkın dehşet ifadesini unutamam! Eşim de ağlıyordu ama sanırım beni sakinleştirmek ve huzuru bozmamam için beni arabaya paketledi :)

Doktorumu aradım, sonucun çok yüksek olduğunu ve muhtemelen iki embriyonun da tuttuğunu söyledi. O sevincimi anlatmam mümkün değil. İlk 3 ay kimseye söylememeyi planlıyordum ama içimde tutabileceğim cinsten bir mutluluk değildi o, tüm dünyaya ilan edesim vardı. HAMİLEYDİMMMM!!!! Boni de bon da benimleydi! Bonibonlarıma hamileydim!

Dilerim, isteyen herkes bu duyguyu, annelik heyecanını tüm güzelliğiyle, sağlıkla yaşasın!

Sevgiyle İpek






BLASTOSİST TRANSFERİ

Transferden hemen önce
Blastosist döllenen, bölünmeye başlayan ve 5 gün boyunca laboratuar ortamında gelişimi gözlenen embriyolara deniyor. Blastosist dönemine ulaşmış olan embriyolar, gelişimlerinde daha ileri bir aşamaya eriştiği için rahme tutunma şanslarının dolayısıyla gebelik şansının da daha fazla olduğu belirtiliyor. Çok şükür 5 gün sonuna sağlıkla ulaşan embriyolarım olmuştu. Ve blastosist transferi yapılabilecekti.





5 günün sonunda eşim ve teyzemle beraber tüp bebek merkezine gittik. Tedavinin son aşamasına büyük kavuşmaya sıra gelmişti. İkizlerim olmasını çok istiyordum, doktorum 2 embriyo transferi yapılmasını kabul etti. Transfer işlemi çok kolay bir işlem, tek sorun abdominal ultrason yardımıyla embriyoların rahim içine yerleştirilmesi görüntüleneceği için idrar torbasının dolu olması gerekiyor ve bu biraz zorlayıcı olabiliyor. Bol bol su içip sedyeye yattım, şişmiş karnınız üzerine sıkışmış haldeyken ultrason aletinin bastırılması biraz işkence de olsa dayanilamayacak cinsten değil ve herhangi bir anestezi gerekmiyor.

Transferden 45 dakika
sonra ayağa kalktım
5 gün beklemiş embriyolar arasından en kaliteli iki tanesi seçilmişti. Uzun bir kamışa benzer tüpten kayarak rahmime bırakıldılar. Doktorum bu işlemi yaparken ben de yanımdaki monitörden izleyebiliyordum. İki tane yuvarlak embriyonun yerleşmesini gördüm. Monitörde gördüğüm iki tontiş yuvarlak bana bonibonları hatırlattı. O anda bonibonlarımın geldiğini hissetmiştim. O günden sonra artık embriyolardan birinin adı boni, diğerinin adı ise bon'du benim için. İşte bonibonlar adı da bu şekilde hayatıma girmiş oldu. Transferden sonra sedye ile odama götürülürken ellerim karnımın üstünde bonibonlarımın benimle kalmaları için bildiğim bütün duaları sayıklıyordum. Normalde, transfer sonrası en az 45 dakika yerinizden kalkmamanızı tavsiye ediyorlar. İlk transferim sonrası neredeyse 1,5 saat nefes bile almaya korkarak yatmıştım. Tuvalete bile gidememiştim.


Fakat bu defa çok daha rahattım. Sadece 45 dakika yattım, sonrasında ise kalktım, giyindim ve evime gittim.
Şimdi umutla beklemekten başka yapabileceğim bir şey kalmamıştı.

16 Nisan 2015 Perşembe

İKİNCİ TÜP BEBEK TEDAVİMİZ ve OPU (Yumurta Toplama İşlemi)

İyice dinlenip hazır olduğumu hissettiğimde yeni bir doktor arayışına girdim. Çok sevdiğim komşum Berna Laçin ile dertleşirken kendisi bana bir doktor duyduğunu aslında çok da tanımadığını ama belki bir gidip fikir almamda fayda olabileceğini söyledi. Sihirli bir andı sanki... Çok da kesin bir referans alamamış olmama rağmen kesinlikle bu doktorla gidip tanışmam gerektiğini hissettim ve hemen bir randevu aldım.

Muayene ardından yaptığımız görüşmede, Doktor Bey getirdiğim tahlillerime de bakarak herhangi bir problemim olmadığını ve hatta illa tüp bebek tedavisi ile değil yumurta takibi ile de sonuca ulaşabileceğimizi söyledi. Ama bende tekrar bekleyecek hal yoktu ve daha emin bir yola adım atmaya fazlasıyla hazırdım. "Hemen tedaviye başlayalım" dedim :) Motivasyonum doktoru bile şaşırtmıştı!

Doktorum, ilk tedavide uygulanan uzun protokoldense, 35 yaşın altında olduğum için ve yumurta rezervimde herhangi bir problem görülmediği için kısa protokolün bana daha uygun olabileceğini anlattı. İlk tedavimde uzun protokol uygulanmıştı ve tüm süreç yaklaşık 45 gün sürmüştü. İlk 30 gün ön hazırlık olarak çeşitli ilaçlar kullanmıştım, sonrasında ise yeni adet dönemine kadarki 10 gün içerisinde ise yumurtalıkların uyarılmasına yönelik ilaçlar yapılmıştı. Bu defa uygulanması planlanan kısa protokolde ise ön hazırlık dönemi olmaksızın direkt yumurtalıkların uyarılması safhasına geçilecekti. Adından da anlaşılacağı gibi bu protokol daha kısa zaman alıyordu ve 18 gün içerisinde ilaç alımı tamamlanıyor ve yumurta toplama aşamasına geçiliyordu. Kısa sürede sonuca ulaşma ümidi beni daha da mutlu etmişti :)

Doktorumun yönlendirmesiyle, tedaviye başlamadan önceki 1 ay boyunca doğum kontrol hapı kullandım. Bu, polikistik over hastası olduğum ve kistlerimi küçültmemiz için gerekli bir müdahaleydi. Ayrıca, daha önce hiç bir doktor tarafından bana polikistik over tanısı konulmamış olması da ayrı bir muammaydı da onu şimdi karıştırmıyorum.

Bu 1 aylık süreçte, uzun bir süre yurt dışı seyahati yapamayacağımı hissetmişim gibi, eşimle kendimize güzel bir seyahat planı da yaptık. Seyahat tarihimizi de nasıl isabetli planlamışsak, döndüğümüz gün (yani reglden sonraki 3.gün) iğnelere başladık. Tedavinin sonunda ümit ettiğim sonuç beni öyle mutlu ediyordu ki, iğne görünce kendinden geçen ben, her gün aynı saatte kendi kendime 2 iğne yapabilecek kadar gözümü karartabiliyordum. Her yaptığım iğnede gözlerimi sıkı sıkı kapatıp kendimi kucağımda bebekle hayal ediyordum.



OPU öncesi
 İğneler yardımıyla gelişen yumurtalar ise laboratuarda spermlerle buluşturulmak üzere toplanacaktı. Bu yumurta toplama işlemi tarihini, tedavinin başında doktorumuzla kararlaştırırken, o tarihlerde eşimin çok önemli bir seyahati olduğunu ve asla tarihi değiştiremeyeceğini öğrendik. Oysa hastanede yumurta toplama işlemi bana yapılırken, eşimden de sperm örneği alınması gerekiyordu. Fakat eşimin toplantısı nedeniyle, sperm örneklerinin OPU'dan daha önce bir tarihte alınıp dondurulması gerekiyordu. Yani önce spermler alınacak, dondurulacak ve yumurtalarla buluşmayı bekleyeceklerdi. Düşününce çok tuhaf ve komik bir durum. Yumurtalarım aradaki buzları eritir diye dua ediyordum :)) Dondurma işleminin sperm kalitesine herhangi bir zararı olmayacağına ikna olduktan sonra bu şekilde ilerlemeyi kabul ettik.
Bu tedaviyi çok fazla heyecanlanmasınlar, bir beklenti içerisine girip beni de strese sokmasınlar diye kimseyle paylaşamama kararı almıştım. O yüzden İzmir'de yaşayan annem, babam ve akrabalarımdan kimseye de söylememiştim. Fakat eşim de o tarihte yurt dışında olacağı için ve yumurta toplama işlemi genel anestezi altında yapılacağı için bana refakat edecek biri olmalıydı. Anne yarısı teyzem İzmir'den yardımıma yetişti.

Yumurta toplamı işlemi sonrası anesteziden ayılıp
23 yumurta toplandığını öğrenince ben

31 iğnenin ardından, yumurtalarımın geliştiğini herhangi bir ultrason muayenesi olmadan dahi anlayabilecek durumdaydım. Karnım öyle şişti ki adeta su dolu gibi hissediyordum. Öyle ki yürürken ya da otururken bile zorlanıyordum. Yumurta toplama işlemi çok kısa süren ve hafif bir genel anestezi ile yapılan bir işlem. Rahatlıkla halloldu. Hastane odasında gözlerimi açtığımda tam 23 yumurta toplandığını öğrendim. Hepsi de olgundu! Hele ilk tedavide toplanan 9 yumurtanın yanında bu rakam beni çok çok mutlu etmişti.



Şimdi ise, benden toplanan yumurtalar eşimin spermleriyle laboratuar ortamında birleştirilecek ve ertesi gün kaç yumurta döllendiğini, yumurtaların kalitesi ne olduğunu doktorum bana telefon ederek söyleyecekti. Ah o telefonu beklemek!! Ne heyecan! Ne stres! O gece herşeyin yolunda gitmesi için ne dualar ettim!Benim vücudum dışında, doktorların ve laborantların müdahalesiyle ve Allah'ın izniyle benden ve eşimden parçalar birleştirilecek ve bir can tohumu oluşturulacaktı. Büyülü bir olay değil mi?
İlk tedavimiz sonrası doktorumuz telefonda "hiç bir yumurtanın döllenmediğini" söylemesiyle dünyamın başıma yıkılmasının acısı henüz çok tazeydi. O yüzden ertesi gün telefon her çaldığında aynı kalp çarpıntısıyla zıplıyordum. Neyse ki bu defa doktorumun sesi çok neşeliydi. Toplanan 23 yumurtanın 17'si döllenmişti ve kaliteleri çok iyi gözüküyordu, hatta 5. gün transferi yani blastosist transferi yapılabilecekti. Sevinçten havalara uçtuk tabii :)

12 Nisan 2015 Pazar

NEGATİF SONUÇ SONRASI NEKAHAT DÖNEMİ VE TAVSİYELER

İlk tüp bebek deneyimimiz başarısızlıkla sonuçlandı. Bunu böyle yazılı halde görünce daha bir içime oturuyor sanki... Öyle inandırmıştım ki kendimi. Hamilelik testi sonucunu aldıktan sonra hiçbir teselli cümlesine, olasılık yüzdelerine, şapşal matematik hesaplarına hazırlamamıştım kendimi! Gençtim, ciddi bir sorunum bile yoktu, doktorum bana öyle bir gaz vermişti ki sonucun negatif olmasını beklememiştim hiç. Elbet endişelerim olmuştu, karamsarlığa da düşmüştüm belki ama...Öyle kötü sonucu çağıracak kadar da değil. Doktorumun "İpekçim, hamilelik hormonun yüzde 0, hiç bir değer yok" kelimelerini yanyana sıralama acımasızlığında bulunmasıyla kulaklarım çınlayarak göğsüm sıkışarak evime postalanmıştım. O çaresizlik, o ezilmişlik... Yaşayan bilir, anlatması kolay değil.

Karamsarlığı, korkuyu dibine kadar yaşayan bir insan olsam da, Allahtan çok uzatan bir insan değilimdir. Nitekim yine çabuk toparladım. Kendime döndüm, okudum okudum... İngilizce, Türkçe, Fransızca ne makale ne yorum varsa okudum. Ne iyi gelir, ne yapmak lazım... Önce ihtiyacım olan gücü içimde bulmaya karar verdim. İyileşme ve güç toplama döneminde bana iyi gelen bir kaç öneriyi paylaşmak istiyorum. Bunlar elbette herkeste aynı etkiyi göstermeyebilir, sonuçta genel geçer bir doğruluğu yok belki. Ama bende çok işe yaradığına inanıyorum.

  • MEDİTASYONa başladım. Çok da iyi geldi. İçimde dört nala koşan sabırsız at sürüsünü dizginledim. Youtube'dan "chakra meditation", "fertility meditation" (doğurganlık meditasyonu) anahtar kelimeleriyle bir dolu meditasyon buldum. Sabah uyanınca, akşam yatarken ve kalbim sıkıştığı her anda açtım onları dinledim. Kafamı boşalttım. Evrende var olduğuna inandığım iyileştirici bir enerji tarafından iliklerime kadar şifalandırılmaya niyet ettim. Bazılarına tuhaf gelebilir ama ben etkisine çok inandım. İlgilenenler için tavsiye edebileceğim bir kaç videoyu paylaşıyorum. Bunlar da var.

  • NEFES EGZERSİZLERİni keşfettim. Doğru nefes alarak vücuttaki tüm hücrelerin ihtiyaç duydukları oksijene en doğru şekilde ulaştıklarında tüm bünyemizin çok daha sağlıklı çalıştığını öğrendim. Doğru nefes teknikleriyle kısırlık, kanser ve çeşitli hastalıkların dahi önüne geçilebileceğini gördüm. Çoğunuzun instagram'dan "melinasmom" ismiyle tanıdığınız Merve Öztürk'ün de çilekli dondurması Melina'ya kavuşma yolunda yaşadıklarını blogundan  okuyabilir dahası aldığı nefes eğitim sertifikaları sonucu edindiği öğrenim ve tecrübelerinden melinasmom4@gmail.com mail adresine mail atarak yararlanabilirsiniz.

  • DÜŞÜNCE GÜCÜ ile İyileşme üzerine bolca kitap okudum. Özellikle Louise Hay'in Düşünce Gücüyle Tedavi başta olmak üzere diğer kitaplarını başucu kitabım yaptım. Deepak Chopra'nın ve Osho'nun kitaplarını okudum. Hepsi sayesinde ruhumun genişlediğini, içimin ferahladığını hissettim. Tedavi süresince en önemli şeyin düşünce gücü olduğuna ve bu sayede başarıyı elde edeceğime yürekten inandım. Sağlık ve iyileşme ile ilgili olumlamaları sürekli zihnimden geçirdim. Bu sayede bilinçaltımı sağlıklı olduğu yönünde kodladım ve bedenimin bu süreci başaracağına olan inancımı kazandım. Güçlendim, inandım...


  • Bazı BESLENME KÜRLERİ uyguladım.
her sabah bir minik bardak
buğday çimi
BUĞDAY ÇİMİni keşfettim. Yapılan araştırmalarda kısırlık üzerine ciddi bir etkisi olduğunu ve doğurganlığı artırdığını okudum. Ayrıca, tüm vücudun yenilenmesi ve sağlık üzerine çok önemli faydaları olduğunu öğrendim. Hemen sipariş verdim. Evimde kendi buğday çimimi yetiştirdim :) Tohumları ektim, suladım, bekledim, kestim... Her sabah suyunu sıktım ve bir bardak içtim. Saymakla bitmeyen faydaları olan, güneş enerjisinin konsantre hali olarak anılan bu mucizevi besinle ilgili daha geniş bilgiye buradan ulaşabilir ve sipariş verebilirsiniz.

BAL+TARÇIN+ÇÖREKOTU+POLEN karışımının doğurganlık üzerine olumlu etkileri olduğunu öğrendim. Zaten bal, arı sütü ve polen'in oluşumuna, dokusuna, görüntüsüne bile her zaman hayrandım ve bal ürünlerine her zaman mücevher muamelesi yapardım :) Doğruca, güvendiğim bir balcıya gittim. İstinyePark Alışveriş Merkezi'ndeki  Ballıbağ Mağazası ve şimdi adını hatırlayamadığım ama İzmir Alsancak Reyhan Pastanesi karşısındaki Garanti Bankası'nın yanındaki taksi durağının orada bulunan bal satan küçük dükkana bolca uğramışımdır. Her sabah birer çay kaşığı bal+polen+tane çörekotu+tarçın karışımını aç karnına aldım.


Ve bunların yanı sıra her zaman olumlu ve mutlu olmayı, her anım için bolca şükretmeyi alışkanlık haline getirdim. Bebeğim olmasa dahi kendimle ve eşimle çok mutlu olduğumuzu, anne olamamanın dünyanın sonu olmadığını kabul ettim. Korktuğum düşüncelerle barıştım. Her şeyin hayırlısını diledim :)

O dönemki ruh halimi tam anlamıyla yansıttığı için çok sevdiğim bir fotoğrafım :)


İki tedavim arasındaki bu nekahat dönemi bana çok şey kazandırdı. Hayatın bana sürprizlerine hazırlandım, kendimi yeniden keşfettim.

Hayat hiçbir zaman umutsuzluğa düşülmeyecek kadar güzel... Anladım ki her ne oluyorsa, her ne yaşanıyorsa herşey bizim hayrımıza yaşanıyor. Aslında, yaşanan şey o anda dünyanın sonu gibi gözükse dahi şükretmek gerekiyor...

Sevgiyle...

İpek